KARS
Sonbaharın renk cümbüşüyle yaşadığımız romantizm resitalinin sonuna gelirken, kış beyaz örtüsünü üzerine çoktan çekti Anadolu’nun doğusunda… Çıldır Gölü’nün buz tuttuğu haberleri de geldiyse, sırt çantalarını hazırlayıp internette Doğu Ekspresi bileti aramaya başlayabiliriz demektir.
Bu tatlı telaşı geçen kış üç defa yaşayarak gitmiştim “doğunun en batılı şehri” Kars’a. İzlenimlerimi ve deneyimlerimi “Doğu Ekspresi ile Kars Günlüğü” başlıklı yazımda aktarmış ve GezginFoto dergisinin 24.sayısında da yayınlanmıştı. ( http://bidunyali.com/dogu-ekspresi-ile-kars/ )Ben dahil çok fazla kişi tarafından yazıldı çizildi.
Artık gitmeye niyetli herkes 30 gün önceden satışa çıkan tren biletlerinin TCDD’nin internet sayfasından alınacağını, “örtülü kuşetli”, yataklı ve koltuklu seçeneklerinin olduğunu biliyor artık. Kaz Evi’nde kaz etinin Kafkas dansları gösterisiyle tadılabileceğini, Hanımeli Restoranda Aşıklar atışmasının izlenebileceğini, Puşkin restoranın hikayesini, buz tutan Çıldır Gölü’nde kızak keyfi sonrası “sarı balık” yeneceğini, 1001 kiliseli şehir Ani’nin beyazlara bürünmüş haliyle tarihte bir yolculuğa çıkaracağını bilmeyen duymayan kalmadı sanırım.
O yüzden bu yazıda bunlardan bahsetmeyeceğim. Geçen yılki yazımı “..bir sonraki seyahatime yakından tanımayı çok arzu ettiğim Malakanlar’ın izini sürmek için çıkacağım” diye bitirmiştim. Öyle de yaptım ve dünya görüşlerinden, hümanizmlerinden ve Kars’ta bıraktıkları derin izlerden etkilendiğim Malakanlar’ın izini Azerbaycan’a kadar sürmeye çalıştım.
ÜTOPYA
Ortaçağ’ın karanlık günlerinin keşifler ve Rönesans ile geride kalmasıyla yüzlerce yıl boyunca pranga vurulmuş zihinler hayal gücünün sınırsızlığında özgürlüğe kanat çırpmaya başlamıştı. İşte böyle bir ortamda Thomas More yeni bir dünyanın, adil ve özgürlükçü bir toplumun ve özgür insanların hayalini kuruyordu.
Hayalleri o kadar ötede ve uzaktı ki, bunu tanımlayabilecek bir kelime dahi yoktu. O da bundan tam 500 yıl önce 1516’da “Olmayan Yer” anlamına gelen “ÜTOPYA” kelimesini türetti. Ve Ütopya adını verdiği ülkede yaşayan Ütopyalılar’ı yani olmayan ülkenin olmayan insanlarını anlattığı “Ütopya” romanını yazdı.
Thomas More Ütopya’yı yazmadan önce Malakanlar’ı tanımış mıydı ya da varlıklarından haberdar mıydı bilmiyorum ancak Ütopya’yı okuduğumda eğer Ütopyalılar dünyada bir yerde var olmuşlarsa bu Malakanlar’dan başkası olamazdı diye düşündüm.
MALAKAN TARİHİNE BİR BAKIŞ
Malakanlar Kimlerdir ve Malakanların Kökeni
Hristiyanlık Rusya’ya ilk defa binli yıllarda Kiev Prensi Vladimir tarafından getirilmiş ve resmi devlet dini olarak benimsenmiştir. Bu tarihten sonra Ortodoks Hristiyanlık devletin gücünü de arkasına alarak Rusya’da hızla yayılmaya başlamıştı.
Zorbalıkla toplanan ağır vergiler ile halk açlık ve sefalete sürüklenirken, egemenler, papazlar ve kilise şatafat içinde yaşayıp, şaşalı ayinler düzenleniyordu. Buna tepki olarak da muhalif Rus köylü hareketi ortaya çıkar. Bunun sonucunda da Rus paganizmi ve Eski Ahit’in sentezlenmesiyle yeni bir inanç doğar.
Yeni inanç sahipleri kendilerine “Ruhani Hristiyanlar (Spirutual Chtistians) derlerken, Tanrı ile aralarında bir kuruma ihtiyaç olmadığını belirterek kiliseyi ve insan yapımı ikonları ve haçı reddederler. Ayrıca Paskalya dönemindeki 40 günlük büyük perhizi ve hayvansal gıda tüketimini de reddetmişlerdir.
Bu insanlara rivayete göre süt içmeyi sevdikleri ve Paskalya’da süt perhizi yapmadıkları için Rusça’da “süt içen” anlamına gelen “Molokan” denmiş, Türkçe’ye de “Malakan” olarak geçmiştir. Malakan ismi resmi olarak ilk defa 1765’te sapkın olarak ilan edildikleri Tambov kilise yönetimi toplantısının ardından kullanılmıştır.
“Onlar Tanrı’nın gönderdiği temizlik sütünü her gün içenlerdi.
Onlar Ruhani Hristiyanlardı…
Onlar…MALAKANLARDI…”(*“Annem Sara ve Malakanlar”syf.25 Vedat AKÇAYÖZ)
MALAKAN İNANCI
Peki uğruna bu kadar mücadele edip bedeller ödedikleri inançları neydi Malakanlar’ın? Kutsal kitapları “Güneş Kitabı”na göre inançlarının temeli Tanrı’ya iman etmek, ruhban sınıfını, haçı ve ikonları reddetmek, domuz eti yememek, yalan söylememek, cimrilik yapmamak, mal biriktirmemek ve en önemlisi de insan canına kıymamak ve barışçıl olmaktır.
Ayinlerini de şatafatlı kiliselerde değil son derece mütevazi, bembeyaz ve tertemiz ibadet evlerinde Sabranya adı verilen uzun bir masanın etrafında cemaatin yaşlılarının kutsal kitaplarını okuyup, gençlerin ilahilere eşlik etmesiyle gerçekleştirirler. İşte Malakan inancının temel öğeleri bunlar ve yüzlerce yıl bu inançları dolayısıyla dışlanmışlar, itilmişler, kakılmışlar ve diyardan diyara sürülmüşler, yine de inandıklarından taviz vermemişler.
Sanırım şimdi hepiniz “insan canına kıymamanın ve barışçıl olmanın neresinde günah?” diye soruyorsunuzdur. Ancak Çar ikinci Nikolai 1839’da Malakanlar’ı Ortodoks inancına ters düştükleri ve kimseyle savaşmak istemedikleri gerekçesiyle topluma zararlı ve kötü örnek olarak ilan edip, Kafkasya’da yeni ele geçirilen topraklara sürgün ediyordu. Dönemin ulaşım koşullarını ve bölgenin iklimsel ve coğrafi zorluklarını düşündüğümüzde ne acılar yaşamak durumunda bırakıldıklarını belki birazcık olsun zihnimizde canlandırabiliriz.
TOLSTOY VE MALAKANLAR
Malakanlar bir yandan çarlık ve kilise tarafından en ağır baskılara maruz kalırken, diğer yandan Malakan öğretisi ve inancı başta Tolstoy olmak üzere pek çok kesimin de dikkatini çekiyordu. Bir kontun oğlu olarak varlıklı bir ailede dünyaya gelen Tolstoy, hayatının ilk yarısını sofu bir Ortodoks olarak geçirdi.
Topçu bir teğmen olarak yer aldığı Rus ordusunda yaşadıkları ve gördükleri onu belki de hayatı yeniden sorgulamaya itti ve yeni bir inanç arayışına girdi. Tolstoy bu süreçte Malakanlar’dan ve Malakan öğretisinden ciddi anlamda etkilenmiştir.
Tolstoy’un “Amaçsız sanat olmaz, sanatın başlıca amacı da insanlar arasındaki ilişkileri düzenlemektir. Bu ilişkilerin düzenlenmesine kesinlikle yardım etmeyen bir şey varsa o da savaştır.” sözleri onun savaş karşıtlığı ve hümanizminin Malakan inancıyla ne kadar örtüştüğünü gösterir.
Malakanlar’dan o kadar etkilenir ki, hayatının geriye kalan önemli bir kısmını Malakanlar ve Rus köylüsüyle dayanışma içinde olup, onların sesini duyurmaya çalışarak geçirmiştir. Zorbalığa ve mülkiyete karşı olan Tolstoy, tüm mal varlığını Malakanlar’a ve köylülere bağışlamıştır ve Malakanlar’ın Kanada’ya göçü Diriliş romanının telifinden gelen parayla finanse edilebilmiştir.
Yaptığı yardımlar ve verdiği destekler sebebiyle kendisine “Malakanlar’ın Deduşkası” denmiştir. Pek çok kişinin öyle olmadığı halde Tolstoy’un da bir Malakan olduğunu düşünmesinin sebebi budur. Belki Tolstoy da kendisinden dört yüz yıl önce Thomas More’un hayal ettiği Ütopyalılar’ı Malakanlar’da bulmuştu.
MALAKANLAR’IN KARS GÜNLÜKLERİ
Malakanlar’ın sürgün yolculuğunun sonraki durağı Kars idi. 1877-1878 Osmanlı-Rus Savaşı’ndan sonra imzalanan Ayastefanos antlaşması ile Kars bölgesi Ruslara bırakılmıştı. Bu savaşta da savaşmayı reddeden, hatta savaşmamak için silahlarını topluca yakan Malakanların hem cezalandırılması hem de ele geçirilen yeni bölgeye Rus nüfus kaydırması yapılması icap ediyordu! İşte bu sebeplerle Malakanlar ve Malakanların bir kolu olan Dukhoborlar Kars bölgesine sürgün edilmişlerdi.
Başta İncesu, Yalınçayır, Çakmak ve Çalkavur köyleri olmak üzere on bine yakın Malakan pek çok köye yerleştirildiler. Yeni komşularına ilk başlarda mesafeli duran yerli halk Malakanların dürüstlüklerini, çalışkanlıklarını ve iyiliklerini gördükçe aradaki buzlar erimeye başladı. Tarım ve hayvancılıkta uzman olan Malakanlar yeni tarım ve besicilik tekniklerini yöre halkıyla paylaşmaktan ve her fırsatta yardıma koşmaktan kaçınmadı. Bu sayede Kars’ın meşhur kaşarı, gravyeri bölgeye gelmiş oldu. Ayrıca değirmencilik ve arıcılık konusunda da ciddi katkı sağladılar. Malakanların büyük kısmı 1922’ye kadar uyum ve barış içinde Kars’ta yaşadı.
İnançları gereği savaşa ve askerliğe karşı olan Malakanlar, Sovyetler Birliği, Gürcistan, Ermenistan, Azerbaycan ve Türkiye arasında 13 Ekim 1921 tarihinde imzalanan Kars antlaşmasının 11.maddesi gereği askerlikten muaf tutulmuşlardı. Ancak bu antlaşmaya rağmen kendilerine askere alınacakları bildirildi.
Bu durum, savaşmamak uğruna yüzlerce yıl bedeller ödemiş Malakanlar’da ciddi üzüntü ve hayal kırıklığı yarattı. Böylece Türkiye’den Sovyetler Birliği’ne doğru 1922’de Malakanlar’ın ilk göç dalgası başlamış oldu. Ve Malakanlar’ın %90’ı kırk yıldır yaşadıkları, vatan belledikleri toprakları, çok sevdikleri komşularını, evlerini, topraklarını ve geçmişlerini arkalarında bırakıp yeniden bir bilinmeze yelken açtılar.
1950’lere gelinirken Türkiye’de ABD yanlısı politikalar egemen olmaya başlamıştı. 1952’de Türkiye’nin NATO’ya üyeliğinin başlamasıyla resmi olarak soğuk savaş döneminin taraflarından biri haline geliyorduk. Böylesi bir ortamda Rus kökenli Malakanlar’a da “olağan şüpheli” gözüyle bakılmaya başlanmıştı! Diğer yandan 6-7 Eylül 1955’te yaşanan ve Ermeni ve Rum yurttaşlarımızın evlerini, iş yerlerini ve canlarını hedef alan olaylar Malakanlar’ın kendilerini güvende hissetmemelerine yol açıyordu.
Her şeye rağmen devlet yetkilileri Malakanlar’ı gitmekten vazgeçirmeye çalışmış ancak kararlılıkları karşısında bunda başarılı olamamışlardı. Türkiye tarafından altı ay içinde geri dönme garantisi verilmesine rağmen Sovyetler Birliği’nde uluslararası pasaportlarına el konulan Malakanlar’ın bir kısmı dönmek istese de bir daha geri dönememişlerdi. Ve “O iyi insanlar, o güzel atlara binip gittiler..” arkalarında derin izler, güzel hatıralar bırakarak.
SON MALAKAN
Kars’taki Malakanlar’dan geriye sadece Mehmet Ali Eker ve Davut Eker kardeşler kalmış hepimize yadigar. Mehmet Ali amcayı telefonla aradığımda içten bir şekilde Susuz ilçesine bağlı İncesu köyündeki evine davet etti beni.
Kars merkezdeki köy dolmuşlarının kalktığı eski garaj bölgesine gidip İncesu dolmuşuna atladım heyecanla. Yaklaşık kırk dakikalık yolculuğun ardından köye gelmiştik. Erimeye başlayan kar sularının çamurlaştırdığı köy sokaklarında bahçelerinde kazların gezindiği evlerin önünden geçip yolcuları indire indire ilerliyordu emektar dolmuş. En son ben kalmıştım ve Mehmet Ali amcanın evinin önüne geldiğimizde “Mehmet Ali amca da seni bekliyor bak” diye işaret etti şoför bana.
Avlu kapısından yola çıkmış gelişimi bekliyordu Mehmet Ali amca. Dolmuştan indiğimde “hoş geldin” dedi masmavi gözleriyle sımsıcak gülümseyerek. Yeni tanışıyor gibi değil de sanki uzun zamandır görüşmemiş amca-yeğen gibiydik. Mehmet Ali amcanın bana sonradan söylediğine göre köy halkı da akraba olduğumuzu düşünmüş.
Hava çok soğuk olduğu için avludan geçip hemen eve girdik. Bir Müslüman olan eşi Nigar teyze ile de tanıştıktan sonra sıcacık yanan sobanın yanına oturduk. Bana “önce yemek yiyelim, sonra uzun uzun konuşuruz” dedi ve Nigar teyzenin hazırladığı özel bir Malakan yemeği olan lapşa çorbası eşliğinde yemeğimizi yemek için mutfağa geçtik. Çorba o kadar güzeldi ki ikinci tabağı da istedim.
1949 doğumlu olan Mehmet Ali amcanın dedesi 1961’de Rusya’ya göçmüş ve onlar burada annesi Tatyana ve babası Hüseyin (Kuşu) Eker ile kalmışlar. Bir de kardeşi Davut amca var tabi. Beş çocuk babası olan Mehmet Ali amca eşi Nigar teyze ve oğlu Aliş ile İncesu köyünde yaşamaya devam ederken, diğer dört çocuğu izmir’de yaşamaktaymış. Bu arada Mehmet Ali amcanın gerçek ismi de Mihail Palonin imiş.
Yemeğin ardından bahçeyi görmek için dışarı çıktık. Gerek evin, gerekse de bahçenin sahip olduğu düzen ve Malakanlar’ın tarım ve bahçecilikteki genetik uzmanlıkları hemen göze çarpıyordu. Hatta bahçedeki küçük serasında ege sebzeleri ve çiçekleri bile yetiştiriyor Mehmet Ali amca. Oğlu Aliş ile çiftçiliğe devam edip mütevazi bir hayat sürmekteler. Rusya’daki akrabaları ise Stavropol bölgesinde yaşamaktalarmış. 1973, 1983 ve en son 2013 yıllarında Rusya’daki akrabalarını ziyarete gitmiş Mehmet Ali amca.
Hava iyice karardıktan sonra Aliş ve arkadaşlarıyla hem köyü gezmek hem de Davut amcayı ziyaret etmek için dışarı çıktık. Davut amca köyde demircilik yapmakta. Küçük ama keyifli bir atölyesi var. Gelen misafirlerini de atölyesindeki şirin yaşam alanında ağırlıyor. Yine kendi el yapımı devasa büyük mangalda verdiği ziyafet ile sohbet gecenin ilerleyen saatlerine kadar devam etti.
Dünyanın en güzel ve özel insanlarından olan Malakanlar’ın Türkiye’deki son temsilcileri olan Mehmet Ali amca ve Davut amcayı tanıdığım için kendimi çok şanslı hissediyorum. Gösterdikleri misafirperverliğe teşekkür edip bir sonraki Rusya ziyaretini birlikte gerçekleştirme konusunda da anlaşarak vedalaştık Mehmet Ali amca ile. Kars’a gittiğinizde yolunuz düşerse sizi de tok sesi ve masmavi gözleriyle sıcacık karşılayacağından hiç şüpheniz olmasın. Gidecek olanlardan da sevgi, saygı ve selamlarımı iletmelerini rica ederim bu güzel insanlara. Sevgiler..
bidünyAli
Ali IRGAT