Rusya’nın kuzeyinde harika bir gölün etrafındaki bir köyde, o köyün insanlarının günlük ve “sıradan” hayatlarına misafir olmak istiyorsanız izleyebileceğiniz harika bir film “Postacının Beyaz Geceleri”. Yönetmeni Andrei Konchalovsky’e Venedik film festivalinde “en iyi yönetmen ödülü” getiren 2014 Rus yapımı filmde sizi güzel kızlar, yakışıklı erkekler, aksiyon, şen kahkahalar ya da göz yaşı selleri beklemiyor.
Profesyonel oyuncu olmayıp, gerçek hayatta da bu köyde yaşayan köylülerle çekilen filmde tüm gerçekliği, saflığı ve samimiyeti ile Rusya’nın köy hayatına dahil oluyoruz. Çiftçilik ve balıkçılıkla geçimini sağlayan bu köyün dış dünya ile tek bağlantısı yine köyde yaşayan “Postacıdır”. Postacı her gün ufak motorlu kayığı ile gölü geçip kasabaya giderek hem köylünün siparişlerini getirir hem de varsa mektuplarını. Mektupla iletişimin neredeyse kalmadığı günümüzde postacılık mesleği “nostaljik” sıfatını çoktan almışken, böylesi köyler ve saf, bakir köylü hayatı da son demlerini yaşamakta belki de.
Eski Anadolu köylerinde olduğu gibi evlerin kapılarının hiç kilitlenmediği, insanların birbirleriyle aile gibi olup yardımlaştıkları bu köyün hemen yanında bir de uzay üssü bulunmaktadır. Teknoloji ve bilimin son noktası uzay üssünde uzaya gitme çalışmaları tüm hızıyla devam ederken, köy ahalimiz bununla hiç ilgilenmeden kendi halinde yaşamaya çalışmaktadır. Çünkü onlar “devletin” sahip olduğu her türlü ekonomik ve teknolojik güce rağmen, bu olanaklardan hiç nasiplenemeden zor şartlarda hayatlarını devam ettirmek zorunda olan “insancıklardır”.
Film “köy romantizmi” sınıfının güzel bir örneği olmakla yetinebilecekken, uzay üssü ile “devlet-insan” çelişkisini naif bir sertlikle çarpıcı bir şekilde ortaya koymasıyla başka bir boyut ve anlam kazanıyor ve sığ sulardan uzaklaşıyor. Hele ki postacının en kıymetli mal varlığı motoru çalınınca yardım istemek için gittiği uzay üssünde mekiği yakından görme imkanıyla hiç alakadar olmayışı “başlatmayın füzenize, benim motorum çalınmış siz bana füze diyorsunuz!” tadındaydı.
Filmin sonuna doğru öyle bir “iki saniyelik” görüntü var ki, filmin tüm şifreleri ve ihtişamı o iki saniyeye sığdırılmış. Ve sadece o iki saniye için bile film, izlenmeyi sonuna kadar hak ediyor.
Bu filmi bana tavsiye eden, her ziyaretimde önerdiği kitaplar ve filmlerin yanı sıra, sohbeti ve birikimi ile de ufkumu açmaya devam eden değerli büyüğüm gazeteci ve sanatçı Nejat Altınsoy efeme sonsuz teşekkürlerimi tekrar iletmek isterim.
bidünyAli
Ali IRGAT