20

GÜRCİSTAN VE TİFLİS / TBILISI

Sınır komşumuz, Kartlis Deda ile King Vakhtang’ın görkemli ülkesi Gürcistan; tarihi, mimari ve doğal güzelliklerinin yanı sıra vizesiz ve pasaportsuz seyahat kolaylığı ile oldukça cazip bir seyahat noktası.

Türkiye’den Gürcistan’a havayolu hariç geçiş yapabileceğiniz üç adet sınır kapısı bulunmakta. Bunlar Çıldır Aktaş, Artvin Sarp ve Ardahan Posof’taki Türkgözü sınır kapılarıdır. Seyahatime, üç yıl önce gördüğüm Batum’u atlayarak Ahıska’dan başlamak istedim.

Yaklaşık on gündür bulunduğum Kars’tan, Türkgözü sınır kapısı üzerinden Ahıska’ya gitmek için sabah otobüsünde yerimi aldım. Kars’tan yaklaşık iki saat mesafede, Ardahan Posof’taki Türkgözü sınır kapısına geldiğimizde, İran ve Azerbaycan’daki nevruz tatilini Türkiye’de değerlendirmek isteyen turistlerin oluşturduğu dönüş yoğunluğuyla karşılaştık. Yaklaşık bir saatlik bekleyişten sonra gümrük kontrolünden geçip, vizesiz gidilebilen Gürcistan’a ayak basmıştım.

Bu arada sınıra yakın illerde yaşayan vatandaşlarımızın da hafta sonları hem eğlenmek hem de alışveriş için Gürcistan’a yoğun ilgi gösterdikleri de hemen göze çarpıyordu. Hatta başta Batum olmak üzere Gürcistan’da çalışan ya da iş yapan pek çok Türk vatandaşı var. Sınırı geçer geçmez bir benzin istasyonunda mola verdik ve bir miktar Türk Lirası’nı Lari’ye çevirttim. Gürcistan para birimi Lari (GEL), yaklaşık 2 TL tutarında. Yani pek çok yerde olduğu gibi burada da Türk Lirası pek kıymetli değil.

AHISKA/AKHALTSİKHE

Rabati Kalesi içinde yer alan Ahmediye Cami- Ahıska

Ahıska Türkleri’nin memleketine geldiğimizde, otobüste tanıştığım dört Türk arkadaşla Ahıska’nın tek büyük meydanında indik. Rabati Kalesi’nin eteğindeki meydanın etrafında pek çok hotel, hostel ve guest house (konuk evi) gibi seçenekler bulunmakta.

Ahıska deyince aklımıza ilk gelen Ahıska Türkleri olmasına rağmen, Ahıska’da Ahıska Türkü’ne rastlamak pek mümkün değil. Çünkü burada yaşayan yaklaşık 100 binin üzerinde Ahıska Türkü, 14 Kasım 1944’te “sınır güvenliğini tehdit ettikleri” gerekçesiyle Stalin tarafından Sovyet topraklarına dağıtılmış. Bugün ise bir kısmı Türkiye’de olmak üzere 450 bin Ahıska Türkü, Ahıska dışında farklı yerlerde ve ülkelerde yaşamakta.

Ahıska Türkleri açısından çok trajik sonuçlar doğuran bu sürgün, aslında tarihi İpek Yolu üzerinde bulunan Kafkasların makus kaderi olmuş ve pek çok millet ya da topluluk savaşlar yüzünden buna benzer bedelleri ödemek durumunda kalmış. 2007’de Gürcistan’ın çıkardığı geri dönüş yasasına rağmen bu sürgünün etkilerini silebilmek neredeyse imkansız.

Günümüz Ahıska’sına dönecek olursak, turistlerin şehrin merkezindeki Rabati Kalesi’ni görmek için en fazla bir gün ayırdıkları yarı turistik, yaklaşık 20 bin nüfusa sahip bir kasaba olduğunu belirtmeliyim. Açıkçası bence de bir gün yeter. Ancak 13.yy da yapılmış Rabati Kalesi görülesi güzellikte bir yer olduğu için Tiflis’ten, doğal maden sularıyla meşhur Borjomi’yi de kapsayan günübirlik bir geziyle de değerlendirilebilir. Bu arada Rabati Kalesi içinde, kilise, sinagog ve 18.yy da yapılmış altın kaplamalı kubbesi ile Ahmediyye camii bulunmakta. Kale 2012 yılında büyük bir tadilattan geçirilmiş. Hatta bu tadilatı o kadar abartmışlar ki, kale sanki yeni yapılmış gibi!

Rabati Kalesi- Ahıska


Ben 50 Lari’ye merkezde bir hotelde bir gece kalmayı tercih ettim. Gürcistan’da Ahıska dediğinizde kimse anlamayacaktır, çünkü burası Gürcü dilinde “yeni kale” anlamına gelen “Akhaltsikhe” olarak biliniyor.

TİFLİS / TBILISI

Sabah kısa bir kahvaltıdan sonra Ahıska meydanından Tiflis’e giden bir dolmuşa bindim. Dolmuş bizdeki şehirlerarası dolmuşlarla aynıydı. Hareket etmeden önce aklı başında birine benzeyen şoförün içinden, bildiğiniz canavar çıktı. Ben böyle deli gibi araç kullanan birini görmedim. Bizim Menemen dolmuşçuları bu adamın yanında melek kalır! Sonradan Tiflis’te bindiğim taksilerin şoförleri de bu şoförle benzer çılgınlıktaydı. Meğer çoğu böyle kullanıyormuş. Tam sayamadım ama en az beş – altı defa ciddi kaza tehlikesi atlattık. Yol boyunca yolcular, renkleri atmış vaziyette durmadan istavroz çıkarıyordu.

Yolu yarılamışken simsiyah cübbesi, kocaman haçı, upuzun sakalı ve iki metrelik dev cüssesiyle bir papaz bindi dolmuşa. Papazın da dolmuşa binmesiyle şoför, Tanrısal güvenliği de yanına aldığını düşünmüş olmalı ki (!) daha da bastı gaza. Ancak bizim papaz, birkaç kaza daha atlatıldıktan sonra ilahi bir gürlemeyle şoföre gerekli ayarı çekti de sakinleşti arkadaş.

Namaste Hostel

Üç saatlik yolculuğun son yarım saatine girdiğimizde Tiflis’te nerede kalacağım ya da nereye gideceğim konusunda hala bir fikrim yoktu. E-kitap okuyucuma daha önceden yüklediğim “Lonely Planet” kitabından Tiflis bölümünü açtım. Baktım bütün olay Old City denen bölgede. Oradaki hostellere bakarken ilk gözüme ilişen
Namaste Hostel oldu ( https://www.facebook.com/namastetbilisi ) ve adresini not alıp orada kalmaya karar verdim.

Tiflis’e geldiğimizde ölüm dolmuşundan sağ salim inip, biraz pazarlığın ardından 12 Lari’ye anlaştığım taksiyle Old City’de Namaste Hostel’e geldim. Hostelle ilgili hiçbir bilgim yoktu ama ismini çok sevmiştim. Başta Hindistan, Nepal ve yoga camiasında selamlaşma ve vedalaşmada kullanılan bu naif kelimenin “merhaba”dan daha derin bir anlamı var ve “senin ‘öz’ünü, saygıyla ve sevgiyle selamlıyorum” manasına gelmekte.

Kapıdan içeri girdiğimde “Namaste” diyerek birbirimizin ‘öz’ünü saygı ve sevgiyle selamladık güzel Kathia ile. Tanışmanın ardından Kathia bana hosteli gezdirdi. İki katlı, 8,6,4 ve 2 kişilik odaları olan bu minik hostel, ruhunda taşıdığı kocaman sevgiyle, tüm konuklarını sihirli bir şekilde aileye dönüştürüveriyordu. Ben 30 Lari’ye 6 kişilik odada kalabileceğimi söyledim ve ilk gece yalnız kalacağım odama ve ranzanın alt katındaki yatağıma yerleştikten sonra tekrar oturma odası rahatlığındaki salona geçtim.

Salonda Bosna’dan sevgili Nina ve Nino ile tanıştım ve kısa bir sohbetin ardından baktık aynı kafadayız, birlikte gezmeye karar verdik. Beş gün boyunca hiç ayrılmayarak paylaştığımız her an ile ömür boyu sürecek dostluğumuzun temellerini attık.

The Bridge of Peace

İki gündür Tiflis’te olan Nina ve Nino, Old City’de epeyce bir yeri gezmişlerdi ve şimdi bana rehberlik ediyorlardı. İlk önce the Bridge of Peace’in (Barış Köprüsü) biraz yakınındaki teleferik noktasından, Tiflis’i tepeden panoramik görebileceğimiz Sololaki Tepesi’ne çıktık.

Bu tepenin tek özelliği manzarası değil. Gürcüler’in en önemli tarihsel figürü olan 20 metrelik Kartlis Deda -Mother of Georgia (Gürcistan’ın anası) heykeline evsahipliği yapıyor olması tepeyi ayrıca anlamlı kılıyor. Bir elinde kılıç, diğer elinde şarap kasesi olan heykel, tepeye 1958’de Gürcistan’ın 1500. kuruluş yıldönümünde yapılmış ve adeta tüm Tiflis’i koruyup gözetiyor. Şarap kasesi, Tiflis’e dostça gelenlere gösterilecek misafirperverliği, kılıç ise düşmanca gelenlerin karşılaşacağı tavrı temsil ediyor. Diğer yandan Kartlis Deda ile kadının Gürcü toplumundaki önemi de anlaşılmakta.

Bulutlar Tiflis’e çok yakışıyor

6-7 dakikalık teleferik yolculuğundan sonra ulaştığımız tepede hem muhteşem Tiflis manzarası, hem de Kartlis Deda’nın heybeti karşısında etkilenmemek mümkün değildi. Tepeden baktığımız manzaranın en etkileyici figürlerinden biri de Tiflis’in kurucusu King Vakhtang Gorgasali heykeli idi. King Vakhtang, nam-ı diğer “Kurt Başı”, efsaneye göre 5.yy ortalarında bir gün sülün avındayken vurduğu sülünü getirmesi için atmacasını salar. Fakat atmaca geri gelmez. Kral atmacayı aramak için gittiğinde atmacayla sülünün sıcak sülfür kaynağında haşlandığını görür ve çok şaşırır. Böylece bölgedeki doğal sülfür kaynakları keşfedilmiş olur ve kral, bugünkü Old City’de meşhur sülfür banyolarının olduğu alana bir şehir kurmaya karar verir. Günümüzde bu sülfür banyolarında geleneksel Gürcü masajı yaptırma şansınız da var. Bu arada
Tiflis (Tbilisi) adı Gürcüce’de sıcak anlamındaki “tbili” den gelmekteymiş.

Hazır oraları dolaşıyorken, bu hamamların biraz ilerisindeki Abanotubani şelalesini de görmenizi öneririm. Hemen arkasındaki Metekhi Kilisesi’nin arka fonunu tamamladığı King Vakhtang anıtı, karşıdaki Kartlis Deda ile adeta Tiflis’in koruyucusu gibi durmakta.

Ulu Kartlis Deda’yı biraz geçince arka tarafta epey geniş bir alana yayılmış botanik park, yeşilin her tonu ve farklı türden rengarenk çiçekleriyle sizi karşılıyor. Dilerseniz 1 Lari’ye parka girip aşağıdaki şelaleye kadar yürüyüş yapıp, sülfür banyolarının oradan Old City merkezine çıkabilirsiniz. Dilerseniz de 20 saniyelik yolculuk sonunda zipline ile aksiyonlu bir iniş yapabilirsiniz.Diğer bir seçenek ise ters istikametten Old City’nin dar sokaklarında yürüyerek tarihi evlerin arasından aşağı salınmaktır. Hava kararmak üzere olduğu için biz ikinci yolu seçtik ve keyifli bir yürüyüş sonrası barların ve restoranların olduğu sokağa ulaştık. İyice acıkmıştık ve sıra Gürcü lezzetlerini tatmaya gelmişti.

Diğer bir seçenek ise ters istikametten Old City’nin dar sokaklarında yürüyerek tarihi evlerin arasından aşağı salınmaktır. Hava kararmak üzere olduğu için biz ikinci yolu seçtik ve keyifli bir yürüyüş sonrası barların ve restoranların olduğu sokağa ulaştık. İyice acıkmıştık ve sıra Gürcü lezzetlerini tatmaya gelmişti.

“KGB still watching you”, gerçekten:)

Nina ve Nino’nun daha önce gittikleri Friend’s House adındaki cafeye oturduk ve arkadaşlarımın tavsiyesiyle ıspanaklı çorba ve Gürcüler’in meşhur yemeği Khinkali’yi tattık. Khinkali, bizdeki mantının epey büyükçe “hormonlu” hali diyebilirim ve adet olarak söyleyip, elle yemek makbul. Yemek konusu pek uzmanlığıma girmediği için bu bölümde başlıca yemeklerine kısaca değinip geçeceğim. Ancak gidenlerin Gürcü yemeklerini mutlaka tatmasını da tavsiye ederim.

Sulguni peyirinin üstüne kırılan yumurtayla yapılan Khachapuri kahvaltıların vazgeçilmezi ve oldukça doyurucu bir lezzet. Ancak masanın herşeyle donatıldığı kahvaltı kültürü sanırım bir tek bizde var. Khashlama, kebap ve dolma tahmin edeceğiniz üzere bizdekiyle neredeyse aynı. Bu arada adım başı karşınıza çıkacak olan şarap evlerinde hem meşhur Gürcü şaraplarını tatmanız, hem de satın almanız mümkün.

Namaste’de İlk Gece ve Mafya

Yemek sonrası hostelimize döndüğümüzde, Ermeni asıllı Gigi, nöbeti Khatia’dan devralmış ve yeni konuklar da gelmişti. Nina ve Ninoyla kurduğumuz üçlü çetemize sonradan dahil olacak İranlı kız arkadaşlar Maryam, Sahar ve yine bir Maryam ile, isimlerini şimdi hatırlayamadığım Çinli iki arkadaş, Norveçli Pal ve Martine, Fransız fotoğrafçı Ted ile de tanıştık.

Tiflis’in gece manzarasını görebildiğimiz terasta hemen bir muhabbet masası kurduk. Kısa sürede Birleşmiş Milletler Barış Masası’na dönüşen masadaki keyifli muhabbeti “Mafya” (bizdeki Katil Kim) adındaki iskambil oyunuyla daha da şenlendirmeye karar verdik.

Oyunu daha önce bilmiyordum ancak arkadaşlar anlattıktan sonra kısa sürede öğrenip oyuna geçtik. Norveç mafyası, Balkan mafyası, Gürcü mafyası, Çin mafyası, Türk mafyası, Fransız mafyası, Pers mafyası hep beraber girdik bir mafya savaşına😊. Sonraki günlerde Avustralya mafyası, Amerikan mafyası, İtalyan mafyası da dahil oldu. Silahsız ve neşeli, kansız ve kahkahalı oyunumuz muhabbetin sıkıştığı anlarda yardıma koştu.

Diğer zamanlarda ülkelerimizden şarkılar çalarak kültür transferi yaptık. Benim ülkeme dair parçalarım İzmir Marşı ve Uzun İnce Bir Yol’du. Farklı ülkelerden arkadaşların “yaşa Mustafa Kemal Paşa” ve “gidiyorum gündüz gece” bölümlerine eşlik etmesi gerçekten görülmeye değerdi! Atatürk’ü hepsi çok iyi biliyordu ve ona saygı ve hayranlık duyuyorlardı. Aşık Veysel ise uzun ince bir yol ile favorileri oldu ve bütün tatilin neredeyse resmi şarkısı haline geldi.

Ekip dans etmek istediğinde ise onların isteği ile Tarkan’dan “Şıkıdım” ve “Kuzu Kuzu” çaldık ve ben kültür elçisi olarak “dans hünerlerimi” bu iki “güzide” şarkıda Sahar’ın eşliğinde sergiledim😊. Sonuçta tüm bu güzel insanları bir araya getirip, bir aileye dönüştüren Namaste Hostel’e, Hostel’in çalışanları Khatia, Gigi ve Keti’ye bir kez de buradan kocaman sevgiler, selamlar ve teşekkürler.

KAZBEGHİ DAĞI

Namaste Band ve arka fonda Gergeti Trinity Kilisesi

Tiflis’e ortalama iki ya da üç saat mesafede günübirlik gidilip görülecek çok yer var. İranlı ve Bosnalı dostlarımla “Namaste Band” adını verdiğimiz grubumuzla Vladikafkasya’daki Kazbeghi Dağı’na gitmeye karar verdik. Yine bir taksi ile anlaşıp geziyi organize ettik. Sabah 9 da gelen ve Gürcüce dışında tek kelime bilmeyen şoförün taksisiyle Kazbeghi’ye doğru yola çıktık. Bu da çılgın ve canavar bir sürücüydü ve haliyle türlü kazalar atlatarak ilerliyorduk. Yine de şarkılarla olayı eğlenceye çevirmeyi başarmıştık.

Yaklaşık iki buçuk saat gittikten sonra Kazbeghi’nin zorlu dağ yollarını aşabilecek 4×4 offroad araçlara bindik. Yaklaşık yarım saat de bu araçlarla gittikten sonra , kar, tipi ve pusun arasından bize tüm güzelliğiyle göz kırpan Kazbeghi dağının hemen eteğindeki bir tepe üzerine yaklaşık 2500 metrede yapılmış olan Gergeti Trinity Kilisesi’ne ulaştık. Tabi böylesi bir kar fırtınası olunca kilisenin hemen arkasında göğe doğru uzanan 5047 metrelik Kazbeghi dağını hayal ettiğimiz gibi göremedik. Yine de baharın sıcak yüzünü yaşatmaya başladığı Tiflis’ten bu kadar kısa mesafede, kar, tipi, fırtına ve çamur içinde bambaşka bir deneyim yaşadık. Akşam döndüğümüzde hepimiz çamur içindeydik ve ayakkabılarımız dahil herşeyimizi yıkadık.

Yaklaşık iki buçuk saat gittikten sonra Kazbeghi’nin zorlu dağ yollarını aşabilecek 4×4 offroad araçlara bindik. Yaklaşık yarım saat de bu araçlarla gittikten sonra , kar, tipi ve pusun arasından bize tüm güzelliğiyle göz kırpan Kazbeghi dağının hemen eteğindeki bir tepe üzerine yaklaşık 2500 metrede yapılmış olan Gergeti Trinity Kilisesi’ne ulaştık. Tabi böylesi bir kar fırtınası olunca kilisenin hemen arkasında göğe doğru uzanan 5047 metrelik Kazbeghi dağını hayal ettiğimiz gibi göremedik. Yine de baharın sıcak yüzünü yaşatmaya başladığı Tiflis’ten bu kadar kısa mesafede, kar, tipi, fırtına ve çamur içinde bambaşka bir deneyim yaşadık. Akşam döndüğümüzde hepimiz çamur içindeydik ve ayakkabılarımız dahil herşeyimizi yıkadık.

TİFLİS PAZARLARI

Pazar yeri

Ertesi gün hem bir gün öncenin yorgunluğu gidermek hem de Tiflis’te zaman geçirmek için şehrin pazarlarını gezmeye karar verdik. İlk önce Dinamo Tiflis’in stadı Dinamo Arena’nın hemen yanındaki büyük pazara gittik. Sebzeden balığa, hırdavattan kıyafete kadar herşeyi bulabileceğiniz pazar bizdeki pazarlara benziyordu. Sonra yürüyerek Dry Bridge civarındaki eski Sovyet antikalarının satıldığı, Sanat Parkı’nın hemen yanındaki antika pazarına gittik. Burada yol kenarına dizilmiş tezgahlarda eski analog Sovyet kameralardan, madalyalara kadar pek çok eski şeyi uygun fiyata bulma şansınız var. Almasanız bile sizi zaman yolculuğuna çıkaracak bir müze tadında olduğu için görülesi yerlerden… Hemen yanındaki sanat parkında ise sokak sanatçıları resim, heykel gibi eserlerini sergilemekte. Burada bütçenize ve zevkinize göre birşeyler mutlaka bulabilirsiniz.

KAKHETİ-SIGHNAGHİ

Şarap fabrikası

Üç dört kişi birleşerek uygun fiyata tutacağınız bir taksiyle gidilebilecek yerlerden biri de Kakheti-Sighnaghi bölgesi. Bu bölge hem uçsuz bucaksız üzüm bağlarının olduğu, hem de geleneksel şarap fabrikalarının olduğu bölge. Üretimin yapıldığı fabrikaları ve şarapların muhafaza edildiği mahzenleri görmek, şarap içmeseniz bile güzel bir deneyim. Zira şarap ve şarapçılık Gürcü kültüründe ve ekonomisinde önemli bir yere sahip. Ayrıca bu bölgede başta St.Nino Manastırı olmak üzere pek çok güzel kilise ve tarihi yapı da bulunmakta.

TİFLİS’TE GEZİNMEK

Tiflis’in ara sokaklarında kaybolmak, ana caddelerde gezinmek de en az civarını gezmek kadar keyifli. Özgürlük Meydanı’nın da bulunduğu Rustaveli Caddesi’nde gezip Gürcülerin günlük koşuşturmalarına şahit olurken ulusal müzeye girebilir, ihtiyacınız varsa mağazalardan alış veriş yapabilir, bazı devlet binalarını görebilir ya da alt geçitlerde bile karşınıza çıkabilecek sokak sanatçılarının performanslarıyla ruhunuzu ödüllendirebilirsiniz.

Yine aynı hat üzerinde görebileceğiniz en özgün ve enteresan yapılardan biri olup, 1981’de yapılan Kukla Tiyatrosu’nu ( Rezo Gabriadze Marionette Theater) görmeden evinize dönmeyin derim. Her gün saat tam 12’ye geldiğinde kulenin tepesindeki saatten çıkan melek figürünü, bu anı bekleyen onlarca turistle görmek için 11.30 gibi orada bulunmanız size kısa ama güzel bir gösteri izleme fırsatı sunacaktır.

The Bridge of Peace

Füniküler ile Tiflis’in en yüksek noktası olan Mtatsminda Pantheonu’na çıkıp, Vivaldi eşliğinde Tiflis manzarasında kendinizden geçmek, Kura Nehri kıyısında yürüyüşe çıkıp, Barış Köprüsü’nün ( the Bridge of Peace)günbatımı önünde verdiği pozu yakalamak, Narika Kalesi’ne çıkıp, surlarına tırmanmak ve her biri ayrı güzellikteki onlarca kilise ve katedrale gidip mum yakmak bu güzel şehirde yapabileceklerinizin sadece bir kısmı. Gerisi sizin hayal gücünüze kalmış.

Herkesin kendi masalını yaşayabileceği güzellikleri cömertçe sunan Tiflis’e selam ve sevgiler.

Geleneksel Gürcü müziği eşliğinde iyi seyirler dilerim…

bidünyAli

Ali Irgat

Facebook Comments
Scroll Up